I. yüzyıldan itibaren çeşitli madenlerden imal edilen sikkeler eski Türk toplumunda madenlerin kullanım alanlarından birinin de para olduğunu göstermektedir. Türklerin madencilikte ilerlediklerinin başka bir kanıtı da Uygurların Çin’le yaptıkları takasta değerli madenler, taşlar (yeşimtaşı, elmas vb.), çeşitli tuzlar sunmalarıdır . Bazı tarihçiler Türklerin madencilikle uğraştığını gösteren delillerin ışığında onlardan kalan ata mağaralarının gerçekte birer maden ocağı olduğunu öne sürmüşlerdir.
Türk kültürünün anahtar metinlerinden Dîvânu Lugâti’t-Türk’te geçen altun“altın”, kümüş“gümüş”, tämür “demir”, kurç“çelik”, bakır“bakır”, tuç“tunç”, çodın“bronz”, korugjın~kuşun“kurşun”, ark“cüruf”, tat“pas”, Küg “pas”, tuz“tuz”, ajmuk“şap”, çatır“tuz ruhu”, karagu“maden sülfatı”, karayag“neft yağı”, ürŋäk“alçıtaşı”, sarınçı“alçıtaşı”, kaş “yeşim”, çäş“firuze”, sata“mercan”, yinçü“inci”, ärdini “mücevher”, sarıg çüvit“arsenik”, kök çüvit “mavi çivit”, kızılçüvit“zincifre”, maraz“çivit”, aşu“aşıboyası”, kürküm“safran”, yäşilçüvit“bakır pası”, alçüvit“zincifre”, kirşän“üstübeç”, opu“beyaz kurşun” .kayıtları toplumun madencilik konusundaki birikimiyle ilişkilidir.
Tarihî veriler ve günümüze ulaşan dil malzemesi, eski Orta Asya Türklüğünün belirleyici vasıflarından birinin maden işçiliği olduğunu ortaya koymaktadır. Maden işçiliği, maden ocaklarının işletilmesi ve uralardan çıkarılan madenlerin kurulu atölyelerde ürüne dönüştürülmesi safhalarınıiçerir. Tamamen öçer bir toplumun bu türden tesislere sahip olması beklenemez. Zira, göçerlik keşfedilmiş maden caklarını terk edip kurulu atölyeleri yüklenerek sürekli yer değiştirmeyi gerektirir. Böylesi bir yaşam arzında maden işçiliğinin gelişmesi oldukça güçtür. Buradan bakıldığında eski Türk toplumunda yerleşik bir kitlenin varlığı ortaya çıkmaktadır. Eski Orta Asya Türklüğünü salt göçer bir toplum olarak akdim edip sınır tanımaz yağmacılar olarak niteleyen yaklaşımları ihtiyatla karşılamak gerekir. Böylesi yorumlar birkaç ağaçtan hareketle ormanın tamamı hakkında hüküm vermek gibi yanılma payı yüksek yargılardır. Nitekim Mesudî (öl. 948) Türklerin birçok cinslere ayrıldığını, bir kısmının şehirlerde ve kalelerde; bir kısmınınsa dağlarda, bozkırlarda, çadırlarda yaşadıklarını yazarak eski Türk toplumunda hem konar hem de göçer kitlelerin bulunduğunu tespit etmiştir. Başka bir Arap tarihçi Avfî’nin, “Türk dedikleri sonsuz bir millettir. Çeşitli sınıflara ayrılır. Kabilelerin ve aşiretlerin had ve hududu yoktur. Bir kısmı yerleşik bir kısmı ise göçebedir” kaydı da Mesudî’yi desteklemektedir. Nasıl günümüz Türkiyesinde şehir hayatının yanında özellikle Toroslar’da göçerlere rastlanabiliyorsa eski Türklerde de göçer kitlelerin yanında yerleşik bir kitle hep var olmuştur. Bu yerleşik kitlenin varlığı eski Türk kültüründe çeşitli meslekler yanında maden işçiliğinin gelişmesine uygun zemin hazırlamıştır.
Tamamı : http://bit.ly/1efEWLl
Foto: İskit Türkleri Eserlerinden, Hermitage Müzesi
Kaynak:
B. Tarhan
S. Şen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder